1 Aralık 2013 Pazar

şimdiyağmuruseviyorum,şimdiyağmuruseviyorum,yağmuruseviyorum.edipcansever.

Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana. 


Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle bir şeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.


Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançli bir insan soyunun parçasıysa.

Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum."

25 Kasım 2013 Pazartesi

tadidamagimdakalanbirsiirbu.onatkutlar'dan.

"Sen gittikten sonra iki çalgıcı 
turnalar semahını çaldı ve kimse dinlemedi onları 
benden başka. Sarımsak kokusunun 
yoksulluk ve rakıyla buluştuğu saygısız kalabalıkta 
kimse duymadı beni terk eden 
kanatların bıraktığı esintiyi. Biri incecik öbürü kalın 
iki tel vururken çalgının yüreğine 
nicedir aklımı kurcalayan Bertold Brecht'in 
"Sevenler" şiirini düşündüm bir yaşamdan ötekine 
yanyana uçan iki turnayı. Taa, yirmisekizlerden, 
"Güneşin ve ayın az değişken dilimleri altında 
uçup giderler yine, böyle tutkun birbirine. 
Hey, nereye gidersiniz? —Hiç bir yere— Nerden
                                                             gelirsiniz?
Her yerden. Sorarsınız, ne zamandır birliktesiniz? diye.
Az zamandır. Ne zaman ayrılacaksınız peki? —
                                                             Yakında."
Çıktığımda hava açıktı ikindi güneşi gibi 
nicedir ısıtmayan parlak ayın az değişken dilimleri
                                                             altında 
yürürken sordum kendi kendime. Nereye gidiyorsun? 
Hiç bir yere. Ne zamandır yalnızsın? Bilmem, denize 
ve ayışığından yapraklar kesen 
şiire sormalı bunu. Daha yazılırken 
bir anıya dönüşen şiirlere 
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan? 
Heykel. 
Acılardan? Aşk. Yoksulluklardan 
bir devrim bile yapılabilir. Ama hiç bir şey 
hiç bir şey yapılamaz ayrılıklardan. 
Sen, çalgıcılar ve ayışığı çekip gittiniz uykunun 
eşiğine vurulmuş bir turna gibi dönerek 
düşerken sordum otuzdokuzlardan Bertold Brecht'le
                                                             birlikte 
"Ne yapmalı peki?" Aklım dokunacak 
bir başka akıl arıyor. Nicedir yabancı denizlerde 
yıkanan tenim başka bir teni. "Ne yapmalı?" 
Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden 
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın. 
Ama hiç bir rüzgar dolduramaz boş kalan yerini, 
bir yaşamdan ötekine 
birlikte uçan turnaların yerini 
gökyüzünde."


16 Kasım 2013 Cumartesi

l'amoureuse

http://www.youtube.com/watch?v=Me7wlASiKUg

Sinavlarin ortasinda kalakalmisken...

12 Kasım 2013 Salı

önce eli gevşedi, sonra çırpınması durdu.

Sıradan bir insanın sıradışı olmayan hayatı, sıradanlığında kaybolmuş iç sesi, nihayete erdiremediği çelişkileri, anlaşmazlıkları. 

Yekta Kopan'ın son romanı, 'Aile Çay Bahçesi'nden:


4 Ekim 2013 Cuma

özlüyor mu ki acaba özlenilenler?..

2012 Mayıs'ına dönmek istedim şu an.
Gün batımına doğru saatlerce oturmuştuk.
Yalıkavak'ta, bir iskelede.
Sınırsız bira ve sonsuz güven duygusuyla edilen muhabbetler vardı.
Özledim.
Daha bir çok şey gibi, 'o' günü de çok özledim.

28 Eylül 2013 Cumartesi

sonsuzveöbürü. ne güzelsin turgut uyar!

en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
sağolunuz efendim

gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
öğrendim efendim



ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile




bunları bulmayı bana bıraktınız
size teşekkür ederim.

10 Eylül 2013 Salı

elbetbirbildiğivarbuçocuklarınyoksakolaydeğilbuyaştaölmek.telvedlitak.

Gözyaşlarımı tutamıyorum şu an, zaten haberi aldığım andan beri kafam hiç yerine gelmedi. 22 yaşındaydı Benim yaşıtımdı. Hayalleri elbette ki vardı, güzel günlere duyduğu özlemdi O’nu sokaklara taşıran. Özgürlük umuduydu O’nu sokaklarda oradan oraya koşturan, ölen bir canı anmaktı belki de tek istediği. Tanımıyorum O’nu, hiç konuşmadık. Hiç aynı ortamda bulunmadık. Belki seneler önce ben İskenderun’a gittiğimde oralarda bir yerlerdeydi. Belki yanımdaydı karşıdan karşıya geçerken, belki de o kaldırımdan yürürken hiç dikkat etmediğim onlarca diğer insandan sadece bir tanesiydi. Bunları hiçbir zaman net olarak bilemeyeceğim. Hiç görmedim O’nu, hiç tanışmadık. Daha kaç can yitireceğiz böyle tanışmadığımız? Kilometrelerce uzakta atarken yüreklerimiz daha ne kadar elimizden bir şey gelmeyecek ve koltuklarımızdan kıpırdamayacağız? Daha ne kadar umursamazca devam edecek hayatlarımız? Gaz bombalarının arasında kaldığımızda ölümün o sıcak nefesi bir gölge gibi peşimizden ayrılmazken kendimizi kurtarıp evlerimize döndükten sonra hemen nasıl da şükredebiliriz böyle yaşadığımıza? Yaşamak sadece bizim madden var olmamız, nefes alıp vermemiz midir çok uzakta ama aynı zamanda çok yakınımızda insanlar öldürülürken?

İki aydır yoktum. Bakmadım haberlere. Okumadım yazılanları. Bir tek Silivri’de kararlar açıklanınca gördüm, konuştum arkadaşımla söylendik söylendik söylendik ve bitti, çünkü “en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölümün acısı.” İçerlerde hiç uğruna yitirilen yaşamlara karşın elinde palasıyla gezenlerin ellerinde pala gezmeye devam etmeleri, gemiciklerinde fink atanlara karşın özgürlük mücadelesi bile vermelerine izin verilmeden öldürülenler, ardı arkası kesilmeyen haksızlıklar. Bugün gidemedim mesela Gündoğdu’ya, yitirdiğimiz canı anmaya gidemedim. Uzak tutmaya çalıştım kendimi bu olaylardan. Geçen sefer tek başıma, yapayalnız Taksim’in göbeğinde kalınca gaz bombalarının arasında artık ideallerim var dedim, gitmedim. İstedim ama gitmedim.

İşte şimdi ağlıyorum. “Benim yalnız ve güzel ülkem” bunları hak edecek ne yaptı? Tek istediğimiz insanın temel hak ve özgürlükleriyken; örneğin senelerdir kimseye zararımız dokunmadan konakladığımız yurdumuzken, düşünce özgürlüğümüzken, türbanlısı türbansızı imanlısı ateisti bir arada barış içinde paylaştığımız gökyüzüyken, benim ırk ya da herhangi bir etnik kimlik ayrımı gözetmeden kendimi ortaya koyup savunduğum ahlaki ve kültürel değerlerken bir anda HİÇ var elimizde. Savaş borazanları ötüyor her köşe başında. Ellerini Rabia yapmış, anlamını bilmeden televizyonda ağladıkları adamın peşinden gidenler var her yerde. Ötekileştirdiklerimiz, ötekileştirilenler, zıt kutuplar, vahşet dolu nefret söylemleri var.

Bugün ölen çocuk daha 22 yaşındaydı. Hayalleri vardı.
Ben 22 yaşındayım. Hayallerim var. İşte o yüzden, “dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne” ve sona ersin artık bu karmaşa.



27 Haziran 2013 Perşembe

#TecavüzlereSessizKalma

Güne bu haberle gözlerimi açmanın huzursuzluğu var üzerimde.
Geçen sene yine bu dönemlerde, 6 Haziran’da yazmıştım Mardin’li N.Ç’yi, Bartın’lı Ç.K’yi… Hep isimsizliğe sürüklenen o kızları…
Ve şimdi de bir erkek; 14 yaşındaki A. kaldığı özel bir yurttaki ilmihal hocası tarafından tecavüze uğramış.
Dini mi sorgulasam, insanların din anlayışını mı, kapalı toplumun yarattığı bu sapık yönelimleri mi hiç bilemiyorum.
Sorgulanması hoş karşılanmadığı için belki de benim sık sık sorguladığım din yine ilk sırada. Nedeni basit: yurt, özel bir yurt ve hoca, din hocası. Afyon’da daha geçen gün dediler ya İl Milli Eğitim’den bundan sonra en sorumlular Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri olacak diye. Aklım almıyor bir türlü. İlkokuldaki/Ortaokuldaki/Lisedeki din ünitesi geliyor aklıma: Peygamberimizin güzel ahlakı. Hep o ahlaktan ders çıkarmamız gerektiği anlatılıyordu, çünkü o mükemmeldi, muhteşemdi ama 6 yaşındaki bir kızla da evlenmişti. Gerçi açıklaması da geliyordu hemen arkasından: Cahiliye devrinde kız çocukları direkt öldürüldüğü için peygamberimiz koruma amaçlı evlenmiştir. Hiç aklım almadı. O yapılanın benim gözümde hiçbir zaman çocuk gelinlerden bir farkı olmadı. Her neyse konudan sapıyorum şu an. İşte bu en örnek ahlaklı olması gereken insanlardan bir tanesi gidiyor bir erkek çocuğuna tecavüz ediyor. Ve Pazar günkü LGBT Onur Yürüyüşü’nden, “Gayler Lezbiyenler ve ibneliğin bütün alt, üst versiyonları birlik oldu ve Taksim İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yaptı.” şeklinde haber veren bir zihniyet gidip kendisine bir erkek seçiyor. Dindeki bu ikiyüzlülük nereye varacak? Hormonlar desem, bunun tek yolu birine kendi isteği olmadan cinsel saldırı mıdır? Değil tabii ki,  ne olursa olsun hem de.
Peki diyorum, dinde bir sıkıntı yok diyelim, acaba insanlar mı dini yanlış yorumluyor? O da mümkün.  Sonuçta daha yeni derste Adli Tıp Uzmanı hocamızın sözleri gitmiyor aklımdan. “Kızlara tecavüz edenlerin en büyük kısmını öz babaları oluşturuyor. Kızlık zarları bozulmasın diye de anal olarak tecavüzde bulunuyorlar.” Ve derste arkasından gösterdiği fotoğraflar. Dinde bahsi geçen namus kavramı bundan daha çarpıtılmış bir şekilde ve ikiyüzlüce yorumlanamaz sanırım. Ben yaptım, oldu ama başka çocuk gelirse kızımın yanına, “evlenmeden olmaz”. Ben yaptım, oldu ama kızım isteyerek biriyle beraber olursa cezası ölümdür. Ben yaptım, oldu, çünkü ben o kadar şerefsizim ki kimse anlamasın diye anal yapıyorum, böylece kızımın namusunu temsil eden (!) tek şey bozulmuyor.
Ve bu anlayışı besleyen kapalı toplum… Homofobik insanlarla dolu bir toplumda yaşıyoruz maalesef ki ve bu insanlar geneleve gidip, trans biriyle birlikte olduklarında nedense hiç çekinmiyorlar. Sonra da ama o trans kendi hakları, onuru, varlığı için yürüdüğünde insanlar gözünde “ibne”leşiyorlar bir anda, gerektiğinde de onları öldürmek hiç sorun olmuyor. E be adam, iki gün önce mutluydun. Zevkten dört köşeydin, şimdi n’oldu da seni rahatsız etmeyen, kendi hayatına devam eden birini sırf senin gibi olmadığı için, sırf farklı tercihleri olduğu için öldürebiliyorsun?
İkiyüzlüyüz. Bir öyle bir böyle... İşimize nasıl gelirse öyle davranıyoruz ve adalet de olmadığı için olan masum insanlara oluyor.
Midem bulanıyor.

26 Haziran 2013 Çarşamba

yaz gelir.

(başlık; Murathan Mungan'ın yaz geçer'ine ithafen)
(az biraz umut lazım, daha yazın başındayken)

Fotoğraf uygun mu? (dişlerim gözüküyormuş çok hafif. "hemen yolun karşısındaki yer"den 20 TL karşılığı çektiriverdim. Pazarlık yaptım ama işe yaramadı. Ne pahalıymıs yahu!)
Evraklar tamam mı?
Bu şişe parfüm şişesi mi? Üzerinize sıkabilir misiniz? (bu konuşma gerçektir.)
Asansörde VA'ya basınız. (Visa Application'ın kısaltması herhalde bu)
Şimdi numara alınız.
Numaranız üç kez yanacak, takip ediniz.
Şimdi sol el dört parmak, evet şimdi de iki baş parmak yan yana.
Nerede okuyorsun? Annen ne iş yapıyor? Baban ne iş yapıyor? 

Vallahi uğraş-dur işiymiş şu vize almak. 2016'da yeşilimi benden almaya geldiklerinde vermeyeceğim işte. Kendimi intihar ederim filan diye blöf yapıp vermem ki ben. Hiç çekilir dert değilmiş arkadaş şu vize işi. 

Ama aldık, çok da sorgulanmadan hem de. Pazar gününden itibaren Türkiye saatine 7 ekliyorum. Sonra bir de Japonya saatinden 14 çıkartıyorum. Heyecan dorukta!.. :) 

24 Haziran 2013 Pazartesi

#birşeylerdeğişsindiye

Bugün Bakırköy'ün çarşılarındaydım.
İşte bunları aldım ve kendime sürprizli bir çanta yapmaya karar verdim.
Doğum günümde kendime hediyem olsun, bir ay öncesinden :)




Tüm bunları alırken haberim yoktu daha Ethem'i vuran polisin tutuksuz yargılanacağından.
Haberim yoktu daha üst düzey yetkililerimizin Ethem'in de elinde taş vardı dediğinden.
Haberim yoktu daha polisin kendini müdafaa ettiği gerekçesiyle ateş etmek zorunda kaldığından bahsettiğinden.
Nefes alamıyorum. İNSAN ÖLDÜ, farkında mıyız?
Daha kaç kişi hayatını kaybederse adalet yerini bulacak?
Daha kaç kişi kendisini feda ederse bu öfke, bu nefret, bu öc alma hırsı son bulacak?


21 Mayıs 2013 Salı

Denizaltı

"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" 
Cemal Süreya

14 Mayıs 2013 Salı

sıkıldım işte n'apiyim?

Herkes ne kadar sıkıldığından bahsederken biri de durup, acaba bu kız ne hissediyor, diye sormuyor.
Ben daha çok sıkıldım. Yalanlardan, arkasından atıp tuttuğu insanların yüzlerine bebeğim diyenlerden, dengesizliklerden, yirmili yaşlarında hâlâ ergen gibi hareket edenlerden, kendilerini dünya güzeli görenlerden, gizli saklı iş çevirenlerden, dünyanın kendilerinin çevresinde döndüğünü sanacak kadar aptallardan, sürekli suçlayarak kendilerini haklı çıkarma sevdalılarından, sizinle ilgili sizin bile bilmediğiniz gerçekleri (!) dile getirenlerden, öfleyip pöfleyenlerden, aşırı hırslarına kurban gidenlerden, sıfır gururla ettikleri o koooskocaman lafların altında ezilenlerden, ellerindeki maddi manevi imkanları hazmedemeyenlerden, Mr./Ms. Perfect oldukları iddiasıyla kasılıp aslında hiçlikten başka bir şey olmayanlardan, varlıklarıyla yokluklarının benim için ifade ettiği bir anlamı olmayanlardan, benmerkezcilerden, iş beceremeyenlerden, uyuşuklardan, sadece sabahın köründe geldikleri okul dışında hayatları olmayanlardan, bazı kişilerin yüzlerine ne kadar değersiz, anlamsız ve gereksiz olduklarını söylemek isteyip de ortamın tadı kaçmasın diye dile getirememelerimden, bunları paylaştığım zamansa paylaştığım kişilerin, çok konuştun, diyerek beni susturmaya çalışmalarından sıkıldım. 
Ve artık yağmur yağmasın.
İmza: Somurtkan Şirin

2 Mayıs 2013 Perşembe

Evet, bana edebiyatı babam sevdirdi.
Gözlerimi açtığımda böyle bir şiiri yoksa nasıl keşfederdim?

21 Mart 2013 Perşembe

gecenin ortasında ne işin var
yıldızlara dokunma yanarsın

20 Mart 2013 Çarşamba

gercek hayat miydi rüyanın kopyası yoksa rüyamda mi deja vu oldum?

dün akşamki her seyi rüyamda tekrar yasadım. hay allah.

19 Mart 2013 Salı

Uyumadan önce Sonrası Kalır'dan bir sayfa açıverdim; aradan şu dizeleri yakaladım:

Sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça
Bir kanunu vardır belki; ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır yüzümü
Ya su kovalarına bakmışımdır çok çok
Olmıyacak şey mi? niye bakmıyayım denizlere
En akıllı tarafımdır balıkla deniz tutmak.

Garip bir şiir ama sevdim.

yemek

İstanbul'u sevme nedenim #189
--Önceki 188 nedenin ne olduğunu bilmiyorum ama illa ki bundan önce gelen yüzseksensekiz tane neden bulabilirim gibi geliyor bana--

yemek alternatifleri.

Normalde olsa minik diye, içerisi küçük diye, arka sokakta diye, karşısında bitmek bilmeyen yenileme inşaatları yapılıyor diye uğramayacağınız bir mekan bu şehirde keyifli bir hâl alıyor.

Geçen ay Galata'daki Privato Cafe keşfinden sonra bu ayki mekan Que Tal tapascıydı.

Böyle minik sandalyeleri olan, yola bakan, uzunca oturulabilen, değişik yemekleri, happy hour'da indirimli sangria'larının çok güzel olduğu bu yere de bayıldım.

Sadece değişik kafeleri için bile Beyoğlu'na, Galata'ya, Karaköy'e gidilebilir bu şehirde.

16 Mart 2013 Cumartesi

"Bir gün," demiştin bana, "günbatımını tam kırk dört kez izledim!"
Sonra da, "Biliyor musun," diye ekledin. "İnsan günbatımını çok üzgün olduğunda seviyor."
"O sırada çok üzgün muydun?" diye sorduydum. Hani şu kırk dört günbatımı izlediğinde?"
Ama küçük prens hiçbir şey söylemedi bu soruma karşılık.
Bekle dedi gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi.

Ben tek bir duyguyu ifade etmek icin milyonlarca sozcuk kullanirken, bu kadar cok duyguyu bu kadar az sozcukle anlattigi icin O buyuk bir sair sanirim.

15 Mart 2013 Cuma

mut(suz)

kim istemez mutlu olmayı
ama mutsuzluğa da var mısın?

gözlerinin icine bakıp, evet diyecek cocuk buldun mu bırakma bence. :)

9 Mart 2013 Cumartesi

Yanlis zamanda dogru yerde olmak diye bir sey oldugunu su an fark ettim.
Cok yanlis bir zamanda da olsa farkina varilan gercek, gercektir.

6 Mart 2013 Çarşamba

Mutlu yillar!

Hep rakamlarla icli disli oldum ben.
Ayin kaci oldugu, telefon faturasinin kac lira tuttugu, dersin baslangic saati, mezuniyet yillari, 22ye mi bastigim 21.5ta mi kaldigim ikilemi, yerdeki kaldirim taslarinin sayisi, her birine çok çeşitli anlamlar yüklediğim yıldızlar, 11.11 gibi ikileyen sayılar...
Ve dogum gunleri!.. Dogum gunundeki rakamlari topladim, carptim, boldum cok kereler. Ya ugurlu rengim cikti ortaya ya kisilik tahminim.
Kendiminki kadar baskalarininki de benim icin cok degerli oldu hep.
Bugun de oyle. Aylardir yapacagim surprizler var aklimda; bol kahkaha, sasiran bir surat ifadesi, icten bir sarilma ve minik bir tesekkur sadece bekledigim. Samimi bir begeni karsimda gormek istedigim.
-di. aslinda. Oykumuzun ana kahramani gitti. Oyun da boylece bitti.
Hayal ettiklerim baska bir zaman gerceklestirilebilme umuduyla yazi defterimin arasina kendilerini hapsettiler.


Neyse. Dogum gunun kutlu olsun!


Belki bir gun...

24 Şubat 2013 Pazar

Saat dokuz buçuk - on.
Metrobuste biri simit yiyor.
İcimden geceni minik bir cocuk bağıra bağıra disari vuruyor:
"Baba, simit koktu! Canım simit çekti cok!"

Yerim seni.

22 Şubat 2013 Cuma

TBMM'de siradan bir gun.

" - Pic olmayan herkesin milliyeti vardır. Milliyet benim şerefim ve haysiyetimdir. Benim milliyetimi ezmeye çalışan ayakları, sahibinin, onun bir yerine sokarım!

- Onursuzsunuz.

- Şimdi, Başbakanımıza söylemiş olduğun o lafı, o bir yerlere bir şey yapmayı, aynısını, yüz mislini sana iade ediyorum. "

Bu mahalle kavgasi degil, bizi temsil eden milletvekillerimizin birbirine hitap sekilleri!

Maalesef.

21 Şubat 2013 Perşembe

The person you have called cannot be reached at the moment. Please, try again later.

Ilk ogrendigim Ingilizce phrase'lerden biriydi bu. 
Aksanli konusma cabalarimin vazgecilmeziydi.

Simdiki  favorim de su:

We will be landing shortly, so fasten your seatbelt, return your seat to an upright position, close your tray table and open your window blind. Thank you for flying with Turkish Airlines, a member of Star Alliance.

Bir ordayim iste, bir burda.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Otobuste.
Bir Down sendromlu cocuk yanimdan gecti.
Simsicak bir gulumsemeydi yuzundeki.
Birkac saniye icerisinde, "Merhaba" dedi.

Konserde.
Bir bucuk saat boyunca en sevdigim sarkilar uc keman, bir cello, bir kontrabas esliginde calindi.
Simsicak bir gulumsemeydi yuzumdeki.

Sokakta.
Birkac dakikaligina sigindik bir apartmanin duvarina.
Esen ruzgara karsi birbirimize tutunduk.
Yagmur oyle guzeldi ki.
Kahkahalardi geceye karisan.

Odada.
Sessizlige ragmen simsicak her yer.
Mutluluk var.
Uyku cagiriyor.

12 Şubat 2013 Salı

Tülleri vardı evin ve O'nun üstünde tül rengi bir pike.
Hic kullanılmayan eski bir ev gibiydi.
Hayattan kaçmak icin uyumayı secmişti.

11 Şubat 2013 Pazartesi

zaman zaman siz de holden caulfield gibi hisseder misiniz?

bir anda aklima geliverdi kitabin son cumlesi.
don't tell anybody anything; if you do, you start missing everybody.

10 Şubat 2013 Pazar

Yagmur damlalarin tipirtisina karisan sayfalari cevrilen kitabin huzunlu hisirtisi.
Yalnizligin resmi.
Mutlulugun resmi.
Hele bir de bir fincan bitki cayinin kokusuysa isitan icimi.

8 Şubat 2013 Cuma

İzmir çeşitlemesi

Gavur İzmir
Guzel İzmir
Ataturkcu İzmir
Kizlari guzel İzmir
Denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz kokan şehir: İzmir
Simide gevrek denilen yer: İzmir
Boyoz'un ana vatanı: İzmir
Herkesin rahat oldugu sehir: İzmir
Ege'nin incisi de İzmir
Nam-ı diğer Smyrna

Bir şehri bu kadar çok etiketlemek neye yarar anlayamıyorum maalesef. Galiba bu sayede buradaki insanlarda İzmirlilik benliği ve İzmir'isahiplenme duygusu gelişiyor; böylece olmadıkları kişilik özelliklerine bürünüp -mış gibi yapıyorlar.

Ama herkesin bilmesi lazım ki;

Ne denizi kız, ne de kızı deniz kokuyor bu şehrin; baya baya lağım suyu kokuyor deniz kıyıları.
Atatürkçülük konusunda da rozetlerde ve evlere asılan bayraklarda yansıtıyor bu şehir görüşlerini sadece; bir de miting alanlarında. İl dışından gelip kalacak yeri olmayan öğrencileri cemaatlere kaptırmamak için ne sahiplenmeye çalışıyorlar ne de icraatlerle Atatürk'ün yolundan ilerlediklerini belli ediyorlar.
Herkesin çekirdek, İzmirlilerin çiğdem dediği çitletilen kuruyemişin çöpleri adım attığınız her yerde; bu da İzmir Medeniyeti herhalde.
Sonra mesela burası öyle gelişmiş(!) bir şehir ki; okuldan sonra nereye gitsek denildiğinde akla iki yer ve yapılacak tek bir aktivite geliyor: Bornova-Küçükpark'ta ya da Kordon'da içmek.
Evet, burası modernliği biraz yanlış algılamış sanırım; çağdaşlaşmanın tek ölçütünü rakı-balıkta ve sürekli dolup boşalan biraverlerde araya araya gençlerin işsizliğinin ne farkına varabilmişler ne de yeni iş sahaları yaratmaya çalışmak akıllarına gelmiş.
Ama yok onun yerine merdiven altı kazanlarda pis körfez sularının en pis yerlerinden toplanılan midyeler için iç pilav hazırlamak daha cazip gelmiş.

Hakkını yememek lazım gerçi şimdi; İzmir'de bir sürü kapısı olan bir fuar alanı var, bir de sahil boyunca kesintisiz giden bir bisiklet yolu, engelliler için de gelişmişe yakın bir çevre düzenlemesi. Hepsi bu.

İşte bu üç yılın sonunda bir İzmir iç dökmesi.
Eylül 2010'da geldim bu şehre.
29 aydır her tatil dönüşünde, İstanbul'a gidişim için geri sayım yapıyorum.
Hep elimde ajandam; günleri hesaplıyorum, günler çabuk geçsin diye totemler yapıyorum.
İstanbul'u özledikçe de bu şehirde yaşamak daha bir çekilmez oluyor.
Biliyorum İzmirliler bu yazdıklarıma çok kızacaklar ama son 3 yılım kaldı.
Sonrasını bilmiyorum.

6 Şubat 2013 Çarşamba

"bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..."


3 Şubat 2013 Pazar

yine yollarda...

Yine yollardaydım.
Uzun zamandır hayalini kurduğum Roma ve Floransa'da, sonra da kışın en güzel yaşandığı İsviçre'de.
Hayatı bu objektifin arkasından izlemek, onun içinden yaşayıp gidivermek kadar güzel.
Anı yaşamayı ertelemeden anı ölümsüzleştirmek bambaşka bir duygu.
Mutluyum.
İçimde bir heyecan var; tarifsiz ama umut dolu.

11 Ocak 2013 Cuma

Pablo Neruda'dan...

nasıl da kolaylaşır her şey
ve nasıl basitleşir
mutluluğu bulunca!
nasıl da basittir mutlu olmak
sana sokulunca sevgilim
sen bana sokulunca...
unutma yalnız nice yürüdüğünü
beni buluncaya dek
nice bitkin düştüğünü
yolunu yitirerek
unutma.
seni aradığımı bilmiyordun değil mi
benim de durmadan?
bilmiyordum
içimde bir yerin
nasıl dolup dolup da boşaldığını!
bilmiyorduk ikimiz de
yürüyerek durmadan
durmadan ileri doğru
beni bulacağını bir gün
bir gün seni bulacağımı durmadan..
halklar da böyledir diyorum işte
bilmezler
anlamazlar bile
aldanırlar durmadan..
ama durmadan yürüyerek
ilerleyerek durmadan
bulurlar birbirlerini bir gün
ve kendi kendilerini
bulurlar beni bulduğun gibi
seni bulduğum gibi durmadan..
ve nasıl basitleşir
nasıl da kolay görünür her şey!
unutma ama güçlüğünü
karanlıkta yürümenin
— unutma —
durmadan.

* O cok hoş filmden kareler geliverir bu şiir üzerine aklıma. Il Postino (Postacı), defalarca kez izlenebilir herhalde*
cunku biz bugun yolumuzu degistirip yagmurdan arta kalan su birikintilerinde arabayla su puskurtmece oynadik.

6 Ocak 2013 Pazar

Su an bir sominenin karsisinda - ya da sadece kokulu bir suru mumun aydinliginda- oturup sicak cikolata icebilmek vardi.


Bosuna bu blogun adini, dream on until your dreams come true koymadik degil mi? Hayal kurmak en cok sevdigim sey.