adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2013 Perşembe

#TecavüzlereSessizKalma

Güne bu haberle gözlerimi açmanın huzursuzluğu var üzerimde.
Geçen sene yine bu dönemlerde, 6 Haziran’da yazmıştım Mardin’li N.Ç’yi, Bartın’lı Ç.K’yi… Hep isimsizliğe sürüklenen o kızları…
Ve şimdi de bir erkek; 14 yaşındaki A. kaldığı özel bir yurttaki ilmihal hocası tarafından tecavüze uğramış.
Dini mi sorgulasam, insanların din anlayışını mı, kapalı toplumun yarattığı bu sapık yönelimleri mi hiç bilemiyorum.
Sorgulanması hoş karşılanmadığı için belki de benim sık sık sorguladığım din yine ilk sırada. Nedeni basit: yurt, özel bir yurt ve hoca, din hocası. Afyon’da daha geçen gün dediler ya İl Milli Eğitim’den bundan sonra en sorumlular Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri olacak diye. Aklım almıyor bir türlü. İlkokuldaki/Ortaokuldaki/Lisedeki din ünitesi geliyor aklıma: Peygamberimizin güzel ahlakı. Hep o ahlaktan ders çıkarmamız gerektiği anlatılıyordu, çünkü o mükemmeldi, muhteşemdi ama 6 yaşındaki bir kızla da evlenmişti. Gerçi açıklaması da geliyordu hemen arkasından: Cahiliye devrinde kız çocukları direkt öldürüldüğü için peygamberimiz koruma amaçlı evlenmiştir. Hiç aklım almadı. O yapılanın benim gözümde hiçbir zaman çocuk gelinlerden bir farkı olmadı. Her neyse konudan sapıyorum şu an. İşte bu en örnek ahlaklı olması gereken insanlardan bir tanesi gidiyor bir erkek çocuğuna tecavüz ediyor. Ve Pazar günkü LGBT Onur Yürüyüşü’nden, “Gayler Lezbiyenler ve ibneliğin bütün alt, üst versiyonları birlik oldu ve Taksim İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yaptı.” şeklinde haber veren bir zihniyet gidip kendisine bir erkek seçiyor. Dindeki bu ikiyüzlülük nereye varacak? Hormonlar desem, bunun tek yolu birine kendi isteği olmadan cinsel saldırı mıdır? Değil tabii ki,  ne olursa olsun hem de.
Peki diyorum, dinde bir sıkıntı yok diyelim, acaba insanlar mı dini yanlış yorumluyor? O da mümkün.  Sonuçta daha yeni derste Adli Tıp Uzmanı hocamızın sözleri gitmiyor aklımdan. “Kızlara tecavüz edenlerin en büyük kısmını öz babaları oluşturuyor. Kızlık zarları bozulmasın diye de anal olarak tecavüzde bulunuyorlar.” Ve derste arkasından gösterdiği fotoğraflar. Dinde bahsi geçen namus kavramı bundan daha çarpıtılmış bir şekilde ve ikiyüzlüce yorumlanamaz sanırım. Ben yaptım, oldu ama başka çocuk gelirse kızımın yanına, “evlenmeden olmaz”. Ben yaptım, oldu ama kızım isteyerek biriyle beraber olursa cezası ölümdür. Ben yaptım, oldu, çünkü ben o kadar şerefsizim ki kimse anlamasın diye anal yapıyorum, böylece kızımın namusunu temsil eden (!) tek şey bozulmuyor.
Ve bu anlayışı besleyen kapalı toplum… Homofobik insanlarla dolu bir toplumda yaşıyoruz maalesef ki ve bu insanlar geneleve gidip, trans biriyle birlikte olduklarında nedense hiç çekinmiyorlar. Sonra da ama o trans kendi hakları, onuru, varlığı için yürüdüğünde insanlar gözünde “ibne”leşiyorlar bir anda, gerektiğinde de onları öldürmek hiç sorun olmuyor. E be adam, iki gün önce mutluydun. Zevkten dört köşeydin, şimdi n’oldu da seni rahatsız etmeyen, kendi hayatına devam eden birini sırf senin gibi olmadığı için, sırf farklı tercihleri olduğu için öldürebiliyorsun?
İkiyüzlüyüz. Bir öyle bir böyle... İşimize nasıl gelirse öyle davranıyoruz ve adalet de olmadığı için olan masum insanlara oluyor.
Midem bulanıyor.

22 Nisan 2011 Cuma

...iki hafta içinde iki opera izlemek ve...

Ölüme birkaç adım kala, yalvarırcasına bir sesle Desmenando, Othello’ya sordu: “Seni sevdiğim için mi öldürüyorsun beni?” Çok etkiledi beni bu sözcükler. Sevgi kadar güçlü ve hayatta en değer verdiğim duygulardan biri acı çektirmemeli bence insana. Sevdiği için cezalandırılmamalı kimse. Çok sevdiği için, kendi hayatını yaşamaktan bir şekilde mahrum bırakılmamalı. Eğer bu sevgi yürekten kopup geliyorsa, derinden bir fırtına gibi coşup kasırga gibi su yüzüne çıkıyorsa, azıcık değer verilmeyi hak ediyordur herhalde. Sevdiği, çok sevdiği için, birine sebepsiz yere, hiç aklında yokken hem de bağlanıverdiği için, bilinçsizce ve amaçsızca o kişiyi düşünüp duruverdiği için hiç kimse canlı canlı ölüme terk edilmemeli.
            Çok acınasıydı o sahne. Kadın, adama yalvarıyordu. Ayaklarına kapanıp ağlıyordu. Adamsa, sebepsiz bir kıskançlık kriziyle kavrulurken, içi aşkla dolu olduğu halde aşkını kafasında çarmıha germişti bile. Geriye kalan tek şey, çarmıha gerileni suçlayıcı bakışlarla süzmek ve sonrasında infazı yerine getirmekti. Ama yine de Desmenando’nun o bakışları ve sadece sevdiği, çok ama çok, safça sevdiği, sadık kaldığı, ondan başkasını düşünmediği halde ölüme yollanışı bana yine adalet kavramını sorgulatıyor. Dünya, operalarda bile bu kadar gerçekçi resmedilmişken “sevgi” diye bir şey gerçekten var mı? Birine bağlanmakla aslında insan kendisine mi kötülük ediyor? Sevilen biri ille de çekip giderek geride kalanı kendi vicdanında niye cezalandırıyor? Sonuçta, daha geçen hafta Carmen Operası’nı da izlemiş biri olarak şunu söylemeden de edemeyeceğim: Aşk bir Çingene çocuğudur, yasa masa tanımaz. Öyleyse, oradan oraya yurtsuzluk içerisinde savrulup dururken, bazen bile bile kendimizi ateşe atmaktır aşk. Belki de hiçbir zaman tam olamadığımızdan sürekli olarak eksik kalan parçayı tamamlamaya çalışmak, bir şekilde başkalarının hayatlarına ortak olarak boşlukları doldurmaya çabalamaktır, acı verse de, çok üzse de, bir noktadan sonra iyileşmesi imkansız yanıklar bıraksa da insanın teninde, bedeninde…