24 Ekim 2012 Çarşamba

İstanbul'da bir gün nasıl geçirilir?

Tatil gününe yakışan geçlikte bir saatte, 10-11 gibi Cihangir'e gidilir. Öyle bir havadır ki seçilen ne yakıcı bir güneş vardır, ne de buz gibi sizi hasta eder diye korkacağınız bir soğuk. Ekim çok güzel bir aydır; serin güneşli bir Ekim günü.

Cihangir'de Kahve 6'da sokağa bakan sempatik bir masaya oturulur. Arada kalkıp içerilere göz atılır, permakültürle ilgili kitaplara göz atılır, iç dekorasyondaki yeşil renge ve mekanda çalınan müziklere aşık olunur. İlla ki Hint çayı içilir, sütlüdür kendisi. Az biraz da bal eklenir.

Sonra Masumiyet Müzesi tabelalarını takip ederek giderken görülen turşucudan turşu suyu içilmelidir. (Dönüşte içeriz derseniz benim gibi hiçbir zaman içemezsiniz, çünkü mükemmel başlayan gün mükemmel bitmeyebilir çoğu zaman.)

Sessiz sedasız, kitap elde, bazı bölümleri tekrar okurken gezilir müze. Dışarı çıkınca fotoğraf çekilir, antikacıların her birinin içerisine meraklı bakışlar atılarak Tophane'ye doğru yürümeye başlanır.

Kabataş'a doğru turist titizliğinde fotoğraf çekerek ilerlenir, dikkatlice insanlar ve İstanbul hayatı gözlenir.

22E'ye binilerek Emirgan'a doğru hareket edilir.

Otobüsün sağ kısmında öyle bir yer seçilir ki, hep Boğaz'a bakılır. Yağmur yağar bir anda ve kocaman gülümsenir.

Sabancı Müzesi'nde inildikten sonra sadece bir galeride olan sevgili empresyonist Monet'nin sergisi gezilir. Hep fotoğraf çekilir. Entel yorumlar yapılır sergilere dair ve yağan yağmur altında Arnavutköy'e yürümeye başlanır.

Yolun bir kısmında açlık her şeyin önüne geçince içinde para olmayan İstanbulKartlara inat bir otobüse atlanır ve Adem Baba'da kalamarın, hamsinin, tekirin, yeşil salatanın ve sonrasında gelen orta kahvelerin tadıyla tüm yorgunluk unutulur. Hayata bir kez daha gülümsenir.

Ve Bebek Taps'e doğru fotoğraf çeke çeke geri yürünür. Taps yapımı tüm biralar denenip koyulaşan muhabbette kilit bir noktaya gelindiğindeyse -ki bu aksam 10-11 gibidir- yağan yağmurun şiddeti umursanmayıp mekandan çıkılır. Yürünür. Taksiye binilir. Taksiden inilir. Umumi bir WC bulunur. Yürünür. Daha da yürünür. Ortaköy'e kadar yağmurdan sırılsıklam tek başına yürünür. Yağmur hep yağar, hiç durmayacakmışçasına yanaklarından akar... Eller öne uzatılıp tekrar gülümsenir. 

İstanbul'da olmak güzeldir.


20 Ekim 2012 Cumartesi

Eylül toparlandı gitti iste/ Ekim falan da gider bu gidişle

Aylardan sonra yeniden hayata dair planlar yapmaya başlamanın, hayaller kurabilmenin, hayatı yeniden yasamaya başlamış gibi hissedebilmenin şerefine gelsin dün aksam Göztepe'den Karşıyaka'ya bakıp çıplak ayaklarım ve upuzun elbisemle ışıklarını selamladığım geceye eşlik eden bu güzel şarkı: Fatih Erkoc - Ayakların Çıplak

Gel otur karşıma 
Öyle durma ayakta 
Gel otur anlat bana 
Neden elin dudağında 
Bak yukardan bir ışık 
Sana doğru akıyor 
Ve karanlık gözlerin 
Apaydınlık oluyor 

Ayakların çıplak 
Aklımda kuytular 
Bir elin dudağında 
Kalbimde sancılar 


Fatih Erkoç'un da canlı performansını bir gün seyredebilirim umarım :)