29 Aralık 2012 Cumartesi

http://m.youtube.com/watch?v=h3fF61PsTYg

"pamukşekerdi sanki tertemiz
o güzel bulutlar
çocukken renkli balonlar gibiydi
tüm umutlar"

Geçen hafta konseri vardı İzmir'de.

18 Aralık 2012 Salı

Yitirilen her şeye...

Sürekli tekrara düşüyoruz, istemediğimiz ama aynı zamanda engelleyemediğimiz tekrarlara. Olmasın dedikçe oluyor bir şeyler etrafımızda, gece oluyor illa ki mesela. Yağmurun yağmasını isterken yağmıyor ya da. Biri arkandan seslensin istedikçe yürüyüp gidiyorsun bebek adımlarınla. Bir şeyler ya hep yanlış ya hep eksik. Belki de eksiklikleri zaten onları yanlış yapan. Bir şeyler de hep fazla ya da hep çok doğru, seni rahatsız eder boyutta. Bitip tükenmeyen nefretler var etrafında, kinler, öfkeler, kavgalar... Sevgiler azalıyor, sevmek insana yakışmıyor herhalde ya da insan sevgiyi hak etmiyor olmalı ki sevgiler insanların elinde unufak oluyor. Gözler illa ki doluyor, o gözyaşları insanın kendisine verdiği milyonlarca söze rağmen iradeye karşı çıkıyor ve yer çekimine karşı koyamıyor. Gözdeki siyah kalem de yine yeniden bulaşıyor göz altlarına, yanaklara; insanın dudağı siyah oluyor, ağızdan çıkan sözler soluklaşıyor, canlılığını yitirip karanın karanlığında duyulmaz oluyor. Ve bu tekrarlar döngüsünde biri hep bekleniyor, ama o beklenen gelmiyor, "sen tam olasın diye" Yalnızlığın sözümona saygınlığında kaybediyorsun kendini, itibar kazandığını sanarken gözün hep uzaklara bakıyor. Ne yalnızlık senfonisindeki notalar birbirine uyuyor, ne de sen zaten başarılı bir senfoni yazma peşindesin. Sen şarkı söylemek istiyorsun, güneşli bir günde gökyüzünü izlerken. Bir yandan da gece yıldızlara dokunmak, bir insanın yüreğine ellemek... Bir parça da olsa ısınabilme arzusu var ürkek nefesinde, teninde.


Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte 
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel 
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor 
Derken karanfil elden ele.

11 Aralık 2012 Salı

Haber maratonu...

4 gündür evdeyim; yani 4 gündür istediğim haberleri internetten takip etmek yerine televizyondan izliyorum. Tanrım, çok korkunç gerçekten. Bir kadın Gaziosmanpaşa'da polisi öldürüyor. Polisler karakolda insanları dövüyorlar, öldüresiye. Sonra bu dövülen insanlar hastanenin acil servisini basıp polislerden öçlerini yine onları öldüresiye döverek alıyorlar. "Bağımsız" olması beklenen denetçilerin hepsi hükümet taraftarı, sempatizanı, destekçisi olduğundan yemin töreninde CHP'li vekiller salonu terk ediyor.Yıl sonu bütçe görüşmelerinde yine herkes -halkın temsilcileri olduklarına inandığım vekiller- birbirlerine bağırıyorlar. İstanbul trafiği dayanılmaz boyutlara ulaşmış. Taksim'deki tüm değerler birer birer AVM olmak üzere restore (!) ediliyor. Her gün tek ihtiyacımız buymuş gibi İstanbul'un meydanları camilerle dolduruluyor. Son 4 yıldaki kayıp çocuk sayısı 27 binlerde. Türkiye, 49 tane gazeteciyi senelerdir içerde tutarak düşünce özgürlüğüne ne kadar önem verdiğini, demokrasinin nasıl yaşamlarımızda önemli bir paya sahip olduğunu göstermiş oluyor. Engelli basketbol maçında çıkan kavgada yer yerinden oynuyor. Yok lütfen yine sınav dönemim olsun ve ben bu gündemden uzak kalayım, lütfen. Sınav döneminde en azından gündemi takip etmemek için, sınava çalışmak iyi bir bahane oluyor.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Ben de bi' yalnızlık tanımı yaptım işte.

Yalnızlık yanında kimse yokken hissettiğin bir duygu değil bence; yalnızlık dediğinde sağın solun hep insanla dolu olacak -en yakınların sandıkların, en yakınlarım dediklerin, senden bir parça olanlar-ve sonra sen sebepsiz bir hiçlik hissedeceksin; yanında kimse yokmuş gibi bir duygu bu. Konuşsan da duyulmayacak sesin, uzattığın ellerin havanın soğuğunu yaşayacak en derinden ve içine hapsedildiğin cam fanustaki saatin tiktaklarına uyacak kalp atışların... Yalnızlık böyle bir şey ve tek basına olmaktan daha fena bu kalabalıktaki yalnızlık...