Ilık bir Prag gecesinden yazıyorum.
Huzur dolu, bir aylık çılgınlığın, yorgunluğun, acelenin, hızlı temponun aksine yavaşlığın, monotonluğun, birazcık da yaşlılığın yüzümü gülümsettiği bir Prag gecesinden yazıyorum.
İstanbul'a dönmeme sayılı saatlerin kaldığı bu gece, bir aydan sonra ilk defa oturabildim. İçime bakabildim. Kendimle birkaç kelime konuşabildim. Almanca/Çekce süren konuşmalara İngilizce'yle dahil oluverdim. Galiba bu iki hayatın böyle birbirine karışmadan, birbirine müdahale etmeden yanyana devam edebilmesi fikrini çok sevdim.
Bir evin balkonundayım.
Etraf karanlık. Binayı sarmaşıklar kuşatmış. Tek bir cam ve tek bir kapı var sadece.
Tahta bir veranda. Tahta sandalyeler. Tahta bir masa.
Yarısı dolu bir şarap şişesi.
Üzerinden birkaç yudum alınmış şarap kadehleri.
Karanlığı hafifçe dolaşan mumların ışığı, yukarı baktıkça size göz kırpan yıldızlar.
Prag'ın ışıkları.
Şehrin gürültüsünden uzakta tertemiz bir hava.
Evet, gece olduğunda tüm şehirler çok daha güzel, çok daha alımlı, çok daha çekici geliyor bana.
Ve evet, hayat üzerinde uzuun uzuun düşünüp, kendimizi paralarcasına kafa yoracak kadar karmaşık değil.
Bir yerde durmak, hayatın basitliğinde sürüklenmek, Nazım Hikmet'in dediği gibi yaşamayı ciddiye almak lazım.
"Yani bütün işin gücün yaşamak olacak..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder