2 Temmuz 2011 Cumartesi

bilinç akışı

Yazı yazmak istiyorum. Eskinden olduğu gibi uzun yazılar yazmak istiyorum. Herkesi, her şeyi bir kenara atıp sadece yazmak istiyorum.

Uçlarda yaşıyorum yine bu aralar. Daha geçen gün ani bir kararla facebook’u kapattım, sonra hakkımda bir şey yazıldığını duyunca merakıma yenik düşüp açıverdim. Sonra internete girmeme kararı verdim ama hemen ertesinde finale çalışma döneminde internette takılmanın zamanımı değerlendirmemde(!) bana yardımcı olacağı inancıyla bu kararımdan da caydım. Telefonu az kullanma konusunda, bir tek, beklediğim istikrarı yakaladım. Tabii ki bunda telefonu bulunduğum odadan farklı bir odaya koymamın çok faydası oldu.

Sonra dün’ü tamamen tatil ilan ettim. Alışveriş yaptım, arkadaşlarımla özlem giderdim. Keyifliydi. Öyle olunca bugün de uzun zaman sonra 12-1 gibi değil de 10 gibi daha normal bir saatte güne merhaba diyebildim. Güzel bir kahvaltı sonrası yaptığım sütlü kahve ve Cumhuriyet Kitap Eki’ni okumanın keyfi de başkaydı hani. Hem dün, sınava çalışıyorum diye okumaya ara verdiğim kitabıma da kaldığım yerden devam ettim. Bugün de şiir günü gibi oldu. Akşamdan beri ara ara internete girip şiir okuyorum. Bir sürü Edip Cansever okudum mesela. Kendisini pek bilmiyormuşum ben. Sonra Üvercinka’yı, Mavi Gözlü Dev’i, Göğe Bakma Durağı’nı tekrar okudum.

Geçen gün biri benim de çok sevdiğim şiirlerden birini en beğendiği şiir ilan edip paylaşınca bozuldum. Sanki o şiir bir tek bana aitmiş de bu yapılan hiç uygun değilmiş gibi hissettim. Bu bağlanma ve fazla sahiplenme triplerini bırakmam lazım, yoksa "herkesin olan" şiiri bile başkası tarafından sevilince kıskanacak kadar çok sahiplenmişim, iç dünyamın bir parçası yapmışım.

Temmuz’un ilk gününde yağmur yağdı. En sevdiğim ay da ıslak çimenlerin kokusuyla başlayıverdi böylece. Salt mutluluğun olduğu bir ay hayallerimde olan…

Hem kuşlar da cıvıl cıvıldı bugün. Pencereme biri geldi, biri gitti. Hiç yalnız hissetmedim sayelerinde. Yalnız arada fazla mı gürültü çıkarıyorlar ne? Kendi iç sesimi bastırdı sesleri çünkü de…

Temmuz’un gelmesiyle ve bugünün Cuma olmasıyla da sonuncu komite sınavımın üzerinden 3 haftanın geçivermiş olduğunu fark ettim. Yani finale son 1 hafta kaldı! Gerçi başlardaki kadar çok gerilmiyorum bu duruma, sınavın hayatımın normal akışını engellemediği sürece var olduğu gerçeğine kendimi alıştırdım galiba. Ancak aklıma takılan zamanın bu kadar çabucak geçip gidivermesi!?! Daha yeni geldim evime. Şimdi de içinde kitapların, not defterlerin filan olduğu bavulu hâlâ boşaltmamışken, İzmir’e gitmek üzere bavul hazırlama zamanı geldi. Çok ilginç.

Böyle olunca da çalışma masamın karşısında duvarda asılı post-it geldi gözümün önüne: “Time flies so fast! Tempus fugit!” Biri İngilizce, diğeri de Latince zamanın çoook hızlı akıp geçtiğine vurgu yapıyor. Ben bu zaman mevzusuna senelerdir kafa yoruyorum anlaşılan.

 zaman düşer ellerimden yere...
dinlemek için: http://fizy.com/#s/1agxa4

1 yorum:

  1. Bu şarkının orijinal çıkışı bu şekilde... =) Yani ilk kez söylediğinde Bülent Ortaçgil Fikret Kızılok'la söylüyorlar... Çok güzel bir versiyon bu

    YanıtlaSil