8 yaşımdan beri (28 ve 29.su dışında) her sene gittiğim bir yer:
İstanbul Kitap Fuarı.
Gitmediğim son iki sene hayatımda bir eksiklik varmış gibi geldi hep. İstanbul'daki bu fuara gitmek o kadar rutini olmuş ki hayatımın.
Kemal Özer'i ilk kez bu fuarda tanıtım mesela ben.
Küçüktüm. Bir standın önünde Nasreddin Hoca şiirlerine bakıyordum.
Masanın hemen arkasında sevimli bir amca vardı.
Babam geldi yanıma. Bu kitabın yazarı kim, biliyor musun? dedi.
Farkında bile değildim o an.
Hayatımın ilk imzalı kitabı da O'nunki sanırım.
Sonra az kuyruklarda beklemedik kitap imzalatabilmek adına.
Bitmek bilmez kalabalıkların bir köşesinde, sıcaktan bunalsak da elimizde kitaplarımız sabrettik.
Annemle babam biraz ileride beklerken, biz ablamla dururduk.
Yakışıklı diye Tuna Kiremitçi'den imza aldığımız zamanlar bile vardır mesela. *ilkgençlikhevesidiyelimbunada:)*
Zeynep Oral'ı okulda dinledikten az bir zaman sonra, kendisiyle kitap fuarında muhabbet etmişliğimiz de vardır.
Kitaplarını severek okuduğum ama simalarını bilmediğim insanları da babamın göstermesiyle yine böyle kitap fuarlarında tanıdım ben.
Eskiden öyle Taksim'deki Robinson Crusoe'ya gidip kitap alacak yaşta değildim.
Beyazıt'taki sahaflara giderdik gerçi babamla.
Bir de Cağaloğlu'ndaki kitapçılara; ne de olsa kitabevlerinin merkezleri hep oralarda.
O yüzden ben kitap alışverişlerimi hep fuardan yapardım.
Cumhuriyet Kitap Eki'nde açıklamalarını beğendiğim kitaplar, babamın önerileri, önceden okuyup beğendiğim yazarların yeni çıkmış kitapları... Hepsi listemin en üst sıralarında yer alırlardı.
Bir sene boyunca okuyacağım kitapları hep fuardan alırdım ben.
Ellerim dopdolu, taşıyabileceğimin üstünde yüklerle çıkardım fuar alanından, bir an önce eve koşup yeni bir kitabı okumaya başlama hevesiyle mutlu...
Kitap fuarlarında başladım işte ayraç biriktirmeye.
Güzel olanlarını seçip ayırdım, yine babamın yardımıyla kartondan çerçeveler hazırladık onlara.
Ayraç albümleri oluşturduk.
İşte, bu sene de hazır ben de buradayken fuara gitmeye karar verdik babamla.
İkimiz de üşendik başta.
Gidilecek zamanı erteleye erteleye ancak dün gidebildik.
Ben mi değiştim, yoksa kitap fuarları mı bilemedim bir türlü.
Sanki eski heyecanımı yitirmiştim.
Belki de 1 saatten fazla süreyi sıkışık bir trafikte geçirmiş olmanın ve sabah erken kalkıp Avrupa Gençlik Parlamentosu için birçok gazeteciyle görüşmenin verdiği yorgunluk beni böyle hissettirdi.
O eski tadı bulamadım.
Kitap fuarında elele gezen çiftler, mesela, çok boş gözüktüler bana.
Arkada standları da kadraja alarak fotoğraf çektiren kızlar da sanki oraya okulları tarafından zorla getirilmiş gibilerdi.
En çok ilkokul çocuklarını görmekten mutlu oldum.
Lise gençliği fazla ergen ve anlamsız gibi durdu nedense bana.
Sonra dün değerlerimi sorguladım biraz.
Ceplerimi yokladım, değer kırıntılarını bulabilmek için ama geriye kalan çok az şeyi görünce moralim bozuldu.
3-4 sene önce lisedeyken, darağacındaki o üç fidanı tanımayan biriyle aynı masada yemek yiyemem diyerek masayı terk eden ben hep "aynı" görüşler üzerine kitap basan bazı yayınevlerine bakmadan geçip gittim önlerinden.
Hep aynı konuların konuşulması nasıl canımı sıkıyorsa hayatta, kitaplarda da tarz değişikliği olması gerektiğini hissettim galiba.
En ateşli savunduğum konuların beni eskisi kadar ilgilendirmemesi artık apolitize olmaya başladığımı mı yoksa zamanın gerektirdiği şekilde sadece kendi işime gücüme bakıp zamanın içinde kaybolma girdabına girdiğimi mi gösteriyor, pek karar veremedim açıkçası.
Tüm bunlara rağmen ama kitap imzalatırken yüzünde gördüğüm gülümsemeye uzun süre bakakaldığım bir çocuk vardı.
Bana kendimi hatırlattı.
O kadar içten gülümsüyordu ki adını söylerken ve sonra yanındaki o minik kız.
Ellerinde kitaplar, hocalarının yanına doğru gitmeleri...
Ve söylemeden geçemeyeceğim bazı yayınevleri.
Kitap kapaklarının tasarımı, yazılarının tipi, boyutu, sayfalarının kokusu ve bastıkları kitapların içerikleriyle saatlerimi standlarında geçirebildiğim yerler: Ayrıntı, Sel, Can, İnkılap, Metis, YKY
Önceki senelere kıyasla bu sene iki kitap aldım sadece.
Onur Konuğu olan Ferit Edgü'nün Hiçkimse'si ve Yorgun Anılar Zamanı'nı seneler önce okuyup çok beğendiğim Ayşe Sarısayın'ın Denizler Dört Duvar'ı...
Gelecek seneyi benimle geçirecek Metis ajandamı da unutmadım tabii ki.
Bu senenin konusu: olmayan kelimeler.
Kapak tasarımını ve rengini çok sevdim.
30. İstanbul Kitap Fuarı temasını da söyleyip bitirelim.
umut: düş mü? gerçek mi?
hope: dream or reality?
Herkese iyi okumalar...