bu da onlardan biri işte...
Yüzünün tamamını pudraladı. Her yeri, iyice, hiçbir
noktayı atlamadan… Geçti ayna karşısına sonra da. Eline bir boya fırçası aldı,
ucunu hafifçe ıslattı. Etrafa su damlatmaktan kaçınarak, yavaşça göz pınarına
doğru yaklaştırdı fırçayı. Narince, incitmekten korkarcasına bir yol çizdi
yanağından aşağıya doğru. Sonu belirsiz bir yol. Sonra da diğer yanağına
başladı çizmeye, ama yarım bıraktı. Bitirmekten korktu. İlkleri yaşamaktan
korktuğu gibi, bu sahte gözyaşlarının kaderi olmasından korktu. Ürperdi, içi titredi.
Midesi bulandı. Şakaklarını hafifçe ovuşturmaya başladı elleriyle, gitgide
sertleşti. Başı daha çok ağrıdıkça, başparmaklarıyla daha çok bastırır oldu. Ve
geri çekildi. Aynadan uzaklaştı ama geri geri. Ona bakarak attı adımlarını.
Arada parmaklarıyla ordalar mı diye kontrol ederek sahte gözyaşlarını.
Sonra bir hıçkırık duyuldu hafiften. Ardından şangırt
diye bir ses, sonrasında derinden gelen ama zamanla bir böğürtüye dönüşen bir
ağlama. Kim için, ne için olduğu belirsiz, içten gibi gözüken bir ağlama… Belki
de çizilmiş gözyaşlarını gerçeğe dönüştürme çabası?..
Ağlamayı hem bu kadar çok isteyip hem de bir an önce
kendini durdurmaya çalışması biraz anlamsızdı ama sanki. Yine kafasından
binlerce soru cümlesi geçiyordu ve o, bu sorulara cevap vermeye çalışmak yerine
şuursuzca ağlıyordu. Hiç yakışmadı, değil mi?
Milyonlarca parçadan oluşmuştu, hangisinden vazgeçeceğini bir türlü
bilmeyen. Vazgeçmek de istemeyen aslında. Ama yine de, bu önyargılı “ben”den
kurtulmak için her şeyini feda etmeye razı olan… Ne kadar çelişkili bir
benlikti ki bu böyle? Ne kadar ne olduğunu bilmez, ayakları yere basmaz,
eskilerin tabir edeceği şekliyle…
Kısa bir düşünme molası verdiği bu ağlama seansına
yeniden başladı. Aynasına ihtiyacı vardı. Kendini bir kâğıt parçasıymışçasına
buruşturup attığı odanın köşesinde yavaşça eteklerini toparladı. Poposunun
altına kıvırdığı ayaklarını, canının acımasına aldırış etmeden oynattı,
dizlerini biraz kendine çekerek, hareket alanı yarattı kendine koskocaman
odanın içinde camdan bir fanusmuşçasına kendisini içine hapsettiği o bit kadar
köşede. Karanlıktı. Banyonun ışığı ulaşıyordu gerçi ama romantik bir loşluk
kattığı için rahatsız olmuştu. Elleriyle yeri taramaya başladı. Kırık
parçalardan biri parmak uçlarına değince aldı yerden. Işık bu sefer işe
yaramıştı. Kendisine bakmaya çalıştı o ufacık parçadan. İnceledi, inceledi.
Ağzını yüzünü buruşturdu sanki sahnede rol icabı ağlıyormuş gibi. Olmadı, bir
şeyler gerçekçi değildi. Olmayan, yerine oturmayan bir şeyler vardı. Olması imkânsız değildi ama değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder