15 Kasım 2011 Salı

eskiden yazdıklarımın bir kısmını okudum bugün.
bu da onlardan biri işte...

            Yüzünün tamamını pudraladı. Her yeri, iyice, hiçbir noktayı atlamadan… Geçti ayna karşısına sonra da. Eline bir boya fırçası aldı, ucunu hafifçe ıslattı. Etrafa su damlatmaktan kaçınarak, yavaşça göz pınarına doğru yaklaştırdı fırçayı. Narince, incitmekten korkarcasına bir yol çizdi yanağından aşağıya doğru. Sonu belirsiz bir yol. Sonra da diğer yanağına başladı çizmeye, ama yarım bıraktı. Bitirmekten korktu. İlkleri yaşamaktan korktuğu gibi, bu sahte gözyaşlarının kaderi olmasından korktu. Ürperdi, içi titredi. Midesi bulandı. Şakaklarını hafifçe ovuşturmaya başladı elleriyle, gitgide sertleşti. Başı daha çok ağrıdıkça, başparmaklarıyla daha çok bastırır oldu. Ve geri çekildi. Aynadan uzaklaştı ama geri geri. Ona bakarak attı adımlarını. Arada parmaklarıyla ordalar mı diye kontrol ederek sahte gözyaşlarını.
            Sonra bir hıçkırık duyuldu hafiften. Ardından şangırt diye bir ses, sonrasında derinden gelen ama zamanla bir böğürtüye dönüşen bir ağlama. Kim için, ne için olduğu belirsiz, içten gibi gözüken bir ağlama… Belki de çizilmiş gözyaşlarını gerçeğe dönüştürme çabası?..
            Ağlamayı hem bu kadar çok isteyip hem de bir an önce kendini durdurmaya çalışması biraz anlamsızdı ama sanki. Yine kafasından binlerce soru cümlesi geçiyordu ve o, bu sorulara cevap vermeye çalışmak yerine şuursuzca ağlıyordu. Hiç yakışmadı, değil mi?
            Milyonlarca parçadan oluşmuştu, hangisinden vazgeçeceğini bir türlü bilmeyen. Vazgeçmek de istemeyen aslında. Ama yine de, bu önyargılı “ben”den kurtulmak için her şeyini feda etmeye razı olan… Ne kadar çelişkili bir benlikti ki bu böyle? Ne kadar ne olduğunu bilmez, ayakları yere basmaz, eskilerin tabir edeceği şekliyle…
            Kısa bir düşünme molası verdiği bu ağlama seansına yeniden başladı. Aynasına ihtiyacı vardı. Kendini bir kâğıt parçasıymışçasına buruşturup attığı odanın köşesinde yavaşça eteklerini toparladı. Poposunun altına kıvırdığı ayaklarını, canının acımasına aldırış etmeden oynattı, dizlerini biraz kendine çekerek, hareket alanı yarattı kendine koskocaman odanın içinde camdan bir fanusmuşçasına kendisini içine hapsettiği o bit kadar köşede. Karanlıktı. Banyonun ışığı ulaşıyordu gerçi ama romantik bir loşluk kattığı için rahatsız olmuştu. Elleriyle yeri taramaya başladı. Kırık parçalardan biri parmak uçlarına değince aldı yerden. Işık bu sefer işe yaramıştı. Kendisine bakmaya çalıştı o ufacık parçadan. İnceledi, inceledi. Ağzını yüzünü buruşturdu sanki sahnede rol icabı ağlıyormuş gibi. Olmadı, bir şeyler gerçekçi değildi. Olmayan, yerine oturmayan bir şeyler vardı.  Olması imkânsız değildi ama değil mi?
                                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder