16 Aralık 2010 Perşembe
Saat 03.10
Simsiyah bir gece… Hafif aralanmış perdemden sadece sokak lambalarının ışığı görülüyor. Sessiz. Odadaki herkes uyuyor, bir tek ben ayaktayım.
Işığı açmadım kimse uyanmasın, rahatsız olmasın diye; sadece banyonun ışığını yaktım. Klavyeyi bile zor görüyorum.
Huzurluyum ama. Sessizlik, karanlık, yorgunluk, şu an yatağın üstünde sırtımı yastığıma dayamak bile çok rahatlatıcı.
Uzun zamandır kafam bu kadar rahat değildi. Hep bir şeyleri, aslında çok da değer verilmemesi gereken insanları, ufak tefek olan ama benim kafamda büyüttüğüm sorunları taktığımdan bir türlü iç dünyamla barışamamıştım.
Ama şimdi iyiyim.
Uzun zaman sonra, nefes aldığımı hissediyorum, hem de hiçbir şey boğazıma takılmadan.
Bu akşam (yani aslında dün akşam), Türkan Saylan – Işık Yolcusu’na gittik. İzmir’de ilk kez tiyatroya gittim. Devamı da gelecek, nasılsa yeni yeni alışıyoruz bu hayata, şehre, mekanlara, insanlara…
Hep kendimi Türkan’a benzetirdim, yaşamına dair eksik bilgilerim olmasına rağmen ama şimdi ne kadar haklı olduğumu anlıyorum. Öncelikleri çok iyi belirlemek lazım hayatta, bazen mutsuz olma pahasına hayata, kendine, bence daha da önemlisi başkalarına birer artı katmak daha anlamlı olabiliyormuş. Mücadele gerekli-ymiş, her zamanki gibi bir şeyleri başarabilmek, manevi tatmine ulaşabilmek adına. Ve iyi ki de “hekimlik” mesleğini seçmişim, oyundan sonra bir kez daha anladım ki, ne kadar zor olursa olsun ben insanların olmadığı, iyileştirmenin, iyiliğin, beklentisiz çabanın olmadığı bir ortamda mutlu olamam. Biliyorum, yolun daha çok başındayım. Biliyorum, keşke seçmeseymişim bu yolu dediğim çok meşakkatli zaman dilimlerinden geçeceğim. Evet, biliyorum, kendi hayatımı tam anlamıyla yaşamadığım gibi bir sürü gerçek beni bunalıma sürükleyecek. Ancak, eninde sonunda bunların hepsine değeceğine dair inancım o kadar sağlam ki. İyileştirmek, mutlu etmek, faydalı olmak… Biliyorum ki bunların hepsi olası engellemelerin önüne geçecek ve benim hayatımı daha anlamlı kılacak. Tabii bir de, Türkan Saylan’ın, “aşık olabilme ihtimaline aşık olması” var… Dostluğu, her şeyin üstüne koyması var. Sanki kendimi buldum bu noktalarda.
Oyun o kadar güç verdi ki bana, az uyumama rağmen odama gelince yarınki PDÖ için ders çalışabildim. Embriyogenez konu, 10.haftaya kadar, daha biz “insan”a benzemeden anne karnında meydana gelen değişiklikler… İnsanın inanası gelmiyor resmen, o 3 mm’cik canlıdan kendisinin oluştuğuna… Bir bakıyorsun, 8.haftada minyatür bir “sen” olmuşsun anne karnındaki ama öncesinde bir fasulye tohumundan çok da farklı değilsin. İşte bu saate kadar – ki uzun bir zamandan sonra ilk defa- ders çalışmanın vicdani rahatlaması da var.
Şimdiyse uyku vakti… Fındık’a sarılıp uyumak istiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder