5 Şubat 2011 Cumartesi

...gitmekle gidilmiyor ki...

Bu aralar Cemal Süreya’nın yazdığı her şey bana hitap ediyor sanki. Kendimi kendi sözcüklerimle değil de Cemal Süreya’nın cümleleriyle ifade eder oldum. Her şeyi, tam da benim aklımdan geçen şekilde dökmüş satırlara. En son da şu sözüne rastladım internette dolaşırken:

“Gitmekle gidilmiyor ki… Gitmekle gitmiş olamazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır...”

Evet, öyle. Gitmekle kalmak arasında bir yerlerde… Keşke gittim deyince gerçekten gidilebilseydi, geriye bir kez bile, göz ucuyla bile dönüp bakılmadan ya da kaldım deyince tüm varlığıyla, benliğiyle, her şeyiyle kalabilseydi insan… Ama olmuyor maalesef.

Yahya Kemal, nasıl Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşlerini seviyorsa, ben de İzmir’in İstanbul’a dönüşlerini seviyorum. Hep yüzümde bir sırıtış, döneceğim günden önceki birkaç gün önce hareketlerimde bir değişim, tavırlarıma bir canlılık geliyor. Doğduğum, yaşadığım ve ne olursa olsun hayatımın büyük bölümünü geçirmek istediğim bu şehir beni çekiyor kendine. Böyle olunca geriye gitmek de çok zor oluyor. Evde hüzün bulutları kaplıyor etrafı uçağın olduğu tarihten birkaç gün önce. Annem hep sanki son kezmiş gibi yiyebileceğimden çok çok fazla yemek yapıyor. Bavul hazırlığının telaşı, İzmir’den İstanbul’a geliştekinin aksine hiç de tatlı olmuyor. Son ütüler, son katlamalar, evde bırakılacaklar, yanıma alıp almama konusunda tereddüt yaşadıklarım, yeni alınan her türlü eşyanın bavullara sığmama ihtimali…

Bu gece de odamdaki son gecem. Bu sefer ilk dönem olduğu gibi sık sık gelemeyeceğim İstanbul’a, en yakın tarih Mart sonu, o da EYP konferansı için turistik bir ziyaret gibi geliyor bana. Yemekte ablam açık açık, “Gitme” dedi, annemin gözleri doldu, babam yineledi, “Kızım, keşke yanımızda okusaydın” Ben işi şakaya vurmaya çalışsam da, kahkahalar patlatsam da içimde kalmaya dair öyle güçlü bir istek var ki… Ne İzmir’i ne de dersleri özledim, bir tek oradaki arkadaşlarım için gidiyorum galiba, yani aslında okul için zorunlu olduğumdan gidiyorum ama arkadaşlara özlem duyduğumdan gittiğim gerçeğiyle bu zorunlu halin üstüne bir kılıf geçirmeye çalışıyorum.

Oradaki hayatım kötü olduğundan değil de… İnsanın bırakıp gidesi gelmiyor işte, çünkü gitmekle gerçekten gidemiyorum ben; hayallerim kalıyor geride, beni benden daha iyi tanıyan arkadaşlarım kalıyor, ailem kalıyor, benimse elimde avucumda geçmiş anılarla avunmak, “ah keşke ben de orada olsaydım” ve “keşke siz yanımda olsaydınız, her şey ne kadar güzel olurdu”yla başlayan cümleler kalıyor. Avunma cümleleri bunlar, teselli cümleleri; çünkü ne yaparsam yapıyım yurttaki odamdan bakınca Boğaz Köprüsü’nün renklerini andırdığı için sevdiğim o ışık demeti hiçbir zaman gerçeğinin yerini tutamıyor ve deniz, Boğaz’daki kadar mavi göstermiyor benim yansımamı bana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder