19 Kasım 2010 Cuma

...Tekdüzelik...

       Bir şeyler çok tekdüze olmaya başladı. Bir şeyler çok ‘aynı’ gibi hayatımda. Ne bugün, dünden çok farklı; ne de yarının bugünden farklı olacağına dair inancım var. Sıkıldım. Geçen senenin yoğunluğu, saçmasapan yaşananları, yorgunluğu geçip gidecek, her şey çok değişik olacak gibi gelirken, yine benzer noktalar arasında sürükleniyorum sanki. Yapacak hiçbir şey yok, karşı koymaya dair isteğimin önünü kapatıyor üşengeçliğim. Ama kilit nokta şu: çok sıkıldım. Kendimi yollara vurasım var aslında, hiç arkama bakmadan bir süre rüzgarla beraber savrulasım… Geride bırakılacakları kafaya takmadan, hiç ama hiç umursamadan ileriye doğru adımlar atasım var, kimseyi kırmadan, gücendirmeden tabii ki… Mümkün mü ki bu? Ya da attığım her adım, geriye dönüş özlemimi artırırsa? Sonra bir de geriye dönülmezliğin ‘aynılığı’ sıkmaya başlarsa canımı…
       Cümlelerime nokta koymadan belli oldu: Buralardayım yine, aynı yerimde, herkesin bulabileceği bir yerde, aynı tekdüzelikte… Değişen bir şey yok işte…
    
       Sanırım en güzel Can Yücel anlatmış yine benim bu durumumu:
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder