Git-gel’lerle (hayır,
yanlış yazmadım. gel-git değil.) geçen son iki hafta içimde biriken sözcükleri
dışarı vurma fırsatı bulamadım bir türlü. Defterimi ve lamy’mi minicik
dolabımdan her çıkarttığımda gözüm saate takıldı. Kendimi uykumun
geldiğine inandırıp, yastığımın altında defterim ve kalemimle uykuya daldım. Zihnime hücum eden düşünceleri, daha çok
da duyguları ilk geldikleri gibi paylaşırsam tüm insanlara rest çekmiş olurum
gibi hissettim tabii ara sıra. Önce kendi içimde bir şeyler yerli yerine
oturmalıydı ve ben ondan sonra bir şey yazacaksam yazmalıydım.
Kasırgalarda ortaya çıkan
hortumlar gibi hissettim kendimi bir ara. Kendimden uzaklaşmaya çalıştıkça o
girdabın içine fütursuzca çekilen bir ben vardı yani sahnede. Evimdeydim,
tatildeydim, canım nereyi isterse oraya gidebilme ve dilediğini yapabilme
özgürlüğündeydim ama eksikti bu yaptıklarım. Sürekli kendi içimde sorular sorup
cevaplar aradım. Cevaplardan yeni sorular türedi sonra. Onları cevaplamaya
çalışırken kendimi ne kadar yıprattığımı göz ardı ettim. Ama neyse, git-tim
gel-dim git-tim gel-dim ve şimdilik tekrar buradayım, şimdiki zamanın içinde,
ne geçmiş düşlerinde ne gelecek planlarında sadece şimdi’de.
Bu süreçte en çok kafamı
kurcalayan samimiyet ve değer kavramları oldu. Çok değer verdiği kişilerden
aynı şekilde karşılık göremiyorsa insan kendisini değersiz hissetmesi normal
midir? Bir hayatta karşındakini yok saymak ve/veya karşındaki tarafından yok
sayılmak kadar insanı yıpratan bir şey var mıdır? Çevrenizdeki herkes gerçekten
samimi mi yoksa samimiyet adı altında arkanızdan konuştuklarını duyduğunuzu
bilmiyorlar mı? Arkasından tonlarca laf ettiğin insanın yüzüne bakıp sırıtmak
bu kadar kolay mı ya da hayat, politik olup herkesle iyi(!) geçinenlerin var
olduğu ikiyüzlü bir saçmalık mı?.. Ve daha fazla sorunun varlığıyla sürekli
bunalım takıldığım günler birazcık da olsa geride kaldı. Düşünsem düşünürüm ama
melankolinin benim tarzım olmadığını ve birkaç iyi söz duyunca ağlayacak kadar
sinirlerimin bozuk olmasının bana hiç de iyi gelmediğini fark etmemle, zihnimde
uçuşan tozları halının altına süpürmeye ve halının üstüne bastığımda bir şey
hissetmediğim müddetçe de bu tozların varlığını yok saymaya karar verdim.
Ve yok saymak demişken,
bir gece dışarı çıktığınızda mekanın tam ortasında gözlerinizi kapatıp alelade,
düzensiz ve anlamı olmayan şekillerde hoplayın, zıplayın, müziğin ritmiyle
saçlarınızı savurun. Mü-kem-mel bir duygu! Arada bakışların, “bu deli de
nereden çıktı?” şeklinde değiştiğini fark etmek de çok komik, sonuçta kim deli
nereden bilebiliriz ki? Belki de deli dediklerimizdir aslında normal
olanlar…
Dün de 37 km bisiklet sürdük 20
kişi. Şu an tuber ischiadicum’lar –ki bu oturduğunuzda yerle temas eden kemik
bölümleri oluyor- sızlıyor hafif hafif ama olsun. Kalbin Senin Ellerinde!
Projesinin Dokuz Eylül’deki etkinlikler silsilesinin ilk basamağıydı bu. Tabi,
İzmir’deki yapılacaklar listesinde silinen maddeler arasına da girmiş oldu
bisikletle Küçükyalı’dan Konak’a, Konak’tan vapurla Bostanlı’ya, Bostanlı’dan
da Sasalı Doğal Yaşam Parkı’na gitmek…
Dün aynı zamanda
Hıdrellez-miş. Hemen güllerimizi aldık tabi, eksik kalır mıyız? Gerçi çok
yorgun olduğum için daha tam dileklerimi yazamadım güllere. Gülleri de ne
toprağa gömebildim ne de denize bırakabildim ama sahildeki kalabalık
heyecanlandırdı beni de. Güllerimi de paylaştım hem yurttaki görevli ablalarla,
benimkiyse hâlâ masada duruyor, bakalım bugün yarın ilgileneceğim kendisiyle.
Bir de yurtta kalıyor olmanın en güzel yanının, İzmirli hayırseverlerin yurda
yakın yerlerde döktürdükleri lokmalardan bizim de nasiplenmemiz olduğunu bir
kez daha fark ettim.
Bu kadar uzun blog yazısı
olmaz aslında ya son bir şey daha eklemeden bitirmeyeyim, Tıp Öğrencileri
Birliği’nin (TurkMSIC) Doğu Anadolu Sağlık Turnesi’ne seçilmişim. Perşembe günü
İzmir’den kalkacak uçağım beni Diyarbakır semalarına doğru sürükleyecek.
Seneler önce Gaziantep’le başlayan Doğu serüvenim Diyarbakır, Mardin ve
Hasankeyf’le sürecek. Gaziantep’te bayılarak gezdiğim bu bölgeye bu sefer beyaz
önlüğümle gidecek olmak çok heyecanlandırıyor beni. İzlenimlerimi de paylaşırım
artık.
Şimdi de hazırlanıp
Alsancak’a gitme vakti… Bugün Boyoz Festivali var İzmir’de, umarım
boyoz-yumurta-çay üçlüsünden bize de kalır. Çok acıktım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder