"Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yasadım." cumlesiyle bitti Masumiyet Müzesi.
Eşyaların bir ruhu olduguna inanıyorum ben de. Elimde olan milyonlarca küçük, ıvır zıvır diye tabir edilebilecek seylere baktıkca gözümün önünde sahneler canlanıyor benim de. Okurken nasıl anlamsız bulduysam 8 sene boyunca, çok sevdiği kizi SADECE görebilmek, kokusunu duyabilmek, gülüşünü takip edip onun dokunduğu tuzluga dokunabilmek için O'nun evine yemeğe giden zihniyeti, kitabın bitiris cümlesinin beni haksız çıkardığını hissediyorum. Herkes hırslı ve kendisini merkeze koyduğu bir hayatı secmeyebilir ve eğer "oyle" mutlu oluyorsa insan baskalarını umursamadan "oyle" yasamaya devam etmelidir.

29 Ağustos 2012 Çarşamba
24 Ağustos 2012 Cuma
19 Ağustos 2012 Pazar
karşı masadan yolladılar...
Yeşilçam filmlerinin klişelemiş bu sözlerini duymak bana da nasip oldu sonunda. Elinde önce kuruyemiş ve meyve tabağı, sonra da içkilerle gözüktü garson ve "X Bey'den" dedi. Nuri Alço'nun ilaçlı gazoz verdiği kızlar gibi hissetmedim değil. Ay bana bişiler oluyor!.. :)
7 Ağustos 2012 Salı
Ağustos ayı planı.
Yaz başından beri günü gününe yazılamayan her şeyden bu ayın sonuna kadar bahsedeceğim, işte bu da check-list'im olsun:
* Re-Rite Ses ve Enstalasyon Gösterisi - İzmir
* Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi - SSM/ İstanbul
* Goya: Zamanın Tanığı Sergisi - Pera Müzesi
* Nouvelle Vague
* Lars Danielsson
* Kronotrop <3
Sonra bir de neden adımın Julia olduğunu yazıcam, 2 senedir bir türlü bahsedemedim bundan da.
Ağustos ayının ilk haftası geçmişken onu bu planlarla selamladım böylece.
Eylül'ün serinliğini bekliyorum burada. Ama aynı zamanda beklemiyorum da. Elimde kitabımla rahatsız edilmeden saatlerce okumak gerçekten çok keyifli çünkü.
* Re-Rite Ses ve Enstalasyon Gösterisi - İzmir
* Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi - SSM/ İstanbul
* Goya: Zamanın Tanığı Sergisi - Pera Müzesi
* Nouvelle Vague
* Lars Danielsson
* Kronotrop <3
Sonra bir de neden adımın Julia olduğunu yazıcam, 2 senedir bir türlü bahsedemedim bundan da.
Ağustos ayının ilk haftası geçmişken onu bu planlarla selamladım böylece.
Eylül'ün serinliğini bekliyorum burada. Ama aynı zamanda beklemiyorum da. Elimde kitabımla rahatsız edilmeden saatlerce okumak gerçekten çok keyifli çünkü.
23 Temmuz 2012 Pazartesi
olmak ya da olmamak: gülümse orta yerde
Doğum günümde ellerinde içi ayraç ve başka bir sürü şeyle dolu, dışı üçümüzün fotoğraflarıyla süslü koooskocaman bir kutuyla evimin önüne gelip beni alıp uzaklara götüren iki mükemmel insan... Pastamın üzerine bir de, "olmak ya da olmamak: gülümse orta yerde" yazdırmışlar ki... Teşekkür ederim datlılarım, sizi çok seviyorum :)
9 Temmuz 2012 Pazartesi
dönüp dururken bir topaç...
Somut şeylerin soyutluklara eş zamanlı gerçekleştiğini fark etmek o kadar acı bir tesadüftür ki bazen... Biri başladı mı diğeri de onu takip ediverir. "Sinekler üşüşür durmaksızın" *evet, foolonthehill bu senin benzetmen* Birine salladıkça elini, diğeri gelir bulur seni. Rahat edemezsin bir türlü. Bomboş bir yastığa bakar durursun kimi zaman, ya da dolabı kendine siper edersin iç dünyandaki savaşta. Kural tanımaz ya savaş, sen de kaçak oynama telaşında gizlene gizlene kurtulacağın düşlerinde kendini kaybededururken bir de bakmışsın çıplak kalıvermişsin meydanın ortasında, tek başına herkese karşı. Herkes heybetli sen'in zaten başardığını düşünürken ve herkes kendi hayatında süzülürken, bakınırsın etrafına biri gelir umuduyla. Sadece biri değil, birileridir aslında aradığın. Hep aynılıklar tatmin etmez ya insanı, sen de öyle bir açgözlülükle birden çok kişinin özlemiyle savrulursun bir oraya bir oraya. Birden çok, bir şeyleri farklılaştıracak birden çok, birden çok birbiri gibi olmayan birileri işte,öyle... Sonra bir anda aslında yanındakileri sezersin görünmezlik pelerinlerinin altında. Tabi uzun zamandır takılmadıklarının, aynı Platon'un Mağara Allegorisi'ndeki gibi sahte bir gerçeklikte seni yaşattıklarının ve bu sahteliğin senin gerçekliğin olduğunu fark etmenle boğazını sıkmaya başlayan sigaranın dumanında kör olursun. Tek yolun buradan kaçıp kurtulmak olduğunu düşlerken ve çevirip durduğun bu topacın senin hayatın olduğunu anlatmaya çabalarken kendine, miniminnacık bir umuttur seni hâlâ yaşamda tutan: topaç durduğunda tüm döngünün duracağı ve her şeyin eski, sahte ama üç-maymunu-oynayan-senin-içinde-yaşadığın-mutluluk-düzlemine döneceği düşüncesidir. Ve derken, kafan sislerin arasında yönünü kaybetmişken, time to pretend diye mırıldanmanın an'ın en gerçek sözü olduğunun farkına varırsın. Ve topaç döner durur öylece, olduğu yerde...
2 Temmuz 2012 Pazartesi
naftalin kokusu, yıllanmışlığın kokusudur benim için. çocukluğumun kokusu biraz da.
dolapta, kışlık kazakların arasından gelir bu koku genelde.
ya da bu sefer olduğu gibi uzun süre giyilmemiş bir pijamadan.
sene 91 diye başlayasım var şu an, doğumdan itibaren tüm yirmi bir senenin fotoğraf albümlerini gün ışığına çıkarasım var.
fotoğrafları naftalin kokusundan kurtarıp anıların tozunu silkelesem fena mı olur yani?..
dolapta, kışlık kazakların arasından gelir bu koku genelde.
ya da bu sefer olduğu gibi uzun süre giyilmemiş bir pijamadan.
sene 91 diye başlayasım var şu an, doğumdan itibaren tüm yirmi bir senenin fotoğraf albümlerini gün ışığına çıkarasım var.
fotoğrafları naftalin kokusundan kurtarıp anıların tozunu silkelesem fena mı olur yani?..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)