28 Eylül 2013 Cumartesi

sonsuzveöbürü. ne güzelsin turgut uyar!

en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
sağolunuz efendim

gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
öğrendim efendim



ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile




bunları bulmayı bana bıraktınız
size teşekkür ederim.

10 Eylül 2013 Salı

elbetbirbildiğivarbuçocuklarınyoksakolaydeğilbuyaştaölmek.telvedlitak.

Gözyaşlarımı tutamıyorum şu an, zaten haberi aldığım andan beri kafam hiç yerine gelmedi. 22 yaşındaydı Benim yaşıtımdı. Hayalleri elbette ki vardı, güzel günlere duyduğu özlemdi O’nu sokaklara taşıran. Özgürlük umuduydu O’nu sokaklarda oradan oraya koşturan, ölen bir canı anmaktı belki de tek istediği. Tanımıyorum O’nu, hiç konuşmadık. Hiç aynı ortamda bulunmadık. Belki seneler önce ben İskenderun’a gittiğimde oralarda bir yerlerdeydi. Belki yanımdaydı karşıdan karşıya geçerken, belki de o kaldırımdan yürürken hiç dikkat etmediğim onlarca diğer insandan sadece bir tanesiydi. Bunları hiçbir zaman net olarak bilemeyeceğim. Hiç görmedim O’nu, hiç tanışmadık. Daha kaç can yitireceğiz böyle tanışmadığımız? Kilometrelerce uzakta atarken yüreklerimiz daha ne kadar elimizden bir şey gelmeyecek ve koltuklarımızdan kıpırdamayacağız? Daha ne kadar umursamazca devam edecek hayatlarımız? Gaz bombalarının arasında kaldığımızda ölümün o sıcak nefesi bir gölge gibi peşimizden ayrılmazken kendimizi kurtarıp evlerimize döndükten sonra hemen nasıl da şükredebiliriz böyle yaşadığımıza? Yaşamak sadece bizim madden var olmamız, nefes alıp vermemiz midir çok uzakta ama aynı zamanda çok yakınımızda insanlar öldürülürken?

İki aydır yoktum. Bakmadım haberlere. Okumadım yazılanları. Bir tek Silivri’de kararlar açıklanınca gördüm, konuştum arkadaşımla söylendik söylendik söylendik ve bitti, çünkü “en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölümün acısı.” İçerlerde hiç uğruna yitirilen yaşamlara karşın elinde palasıyla gezenlerin ellerinde pala gezmeye devam etmeleri, gemiciklerinde fink atanlara karşın özgürlük mücadelesi bile vermelerine izin verilmeden öldürülenler, ardı arkası kesilmeyen haksızlıklar. Bugün gidemedim mesela Gündoğdu’ya, yitirdiğimiz canı anmaya gidemedim. Uzak tutmaya çalıştım kendimi bu olaylardan. Geçen sefer tek başıma, yapayalnız Taksim’in göbeğinde kalınca gaz bombalarının arasında artık ideallerim var dedim, gitmedim. İstedim ama gitmedim.

İşte şimdi ağlıyorum. “Benim yalnız ve güzel ülkem” bunları hak edecek ne yaptı? Tek istediğimiz insanın temel hak ve özgürlükleriyken; örneğin senelerdir kimseye zararımız dokunmadan konakladığımız yurdumuzken, düşünce özgürlüğümüzken, türbanlısı türbansızı imanlısı ateisti bir arada barış içinde paylaştığımız gökyüzüyken, benim ırk ya da herhangi bir etnik kimlik ayrımı gözetmeden kendimi ortaya koyup savunduğum ahlaki ve kültürel değerlerken bir anda HİÇ var elimizde. Savaş borazanları ötüyor her köşe başında. Ellerini Rabia yapmış, anlamını bilmeden televizyonda ağladıkları adamın peşinden gidenler var her yerde. Ötekileştirdiklerimiz, ötekileştirilenler, zıt kutuplar, vahşet dolu nefret söylemleri var.

Bugün ölen çocuk daha 22 yaşındaydı. Hayalleri vardı.
Ben 22 yaşındayım. Hayallerim var. İşte o yüzden, “dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne” ve sona ersin artık bu karmaşa.