18 Aralık 2012 Salı

Yitirilen her şeye...

Sürekli tekrara düşüyoruz, istemediğimiz ama aynı zamanda engelleyemediğimiz tekrarlara. Olmasın dedikçe oluyor bir şeyler etrafımızda, gece oluyor illa ki mesela. Yağmurun yağmasını isterken yağmıyor ya da. Biri arkandan seslensin istedikçe yürüyüp gidiyorsun bebek adımlarınla. Bir şeyler ya hep yanlış ya hep eksik. Belki de eksiklikleri zaten onları yanlış yapan. Bir şeyler de hep fazla ya da hep çok doğru, seni rahatsız eder boyutta. Bitip tükenmeyen nefretler var etrafında, kinler, öfkeler, kavgalar... Sevgiler azalıyor, sevmek insana yakışmıyor herhalde ya da insan sevgiyi hak etmiyor olmalı ki sevgiler insanların elinde unufak oluyor. Gözler illa ki doluyor, o gözyaşları insanın kendisine verdiği milyonlarca söze rağmen iradeye karşı çıkıyor ve yer çekimine karşı koyamıyor. Gözdeki siyah kalem de yine yeniden bulaşıyor göz altlarına, yanaklara; insanın dudağı siyah oluyor, ağızdan çıkan sözler soluklaşıyor, canlılığını yitirip karanın karanlığında duyulmaz oluyor. Ve bu tekrarlar döngüsünde biri hep bekleniyor, ama o beklenen gelmiyor, "sen tam olasın diye" Yalnızlığın sözümona saygınlığında kaybediyorsun kendini, itibar kazandığını sanarken gözün hep uzaklara bakıyor. Ne yalnızlık senfonisindeki notalar birbirine uyuyor, ne de sen zaten başarılı bir senfoni yazma peşindesin. Sen şarkı söylemek istiyorsun, güneşli bir günde gökyüzünü izlerken. Bir yandan da gece yıldızlara dokunmak, bir insanın yüreğine ellemek... Bir parça da olsa ısınabilme arzusu var ürkek nefesinde, teninde.


Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte 
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel 
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor 
Derken karanfil elden ele.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder